7 Mart 2011 Pazartesi

Darth Vader vs Hitler. Epic Rap Battles of History 2

1970’lerin sonuna gelindiğinde ABD, Sovyetler Birliği’nin içinin boşaldığını biliyordu.

Sovyet sisteminin ekonomik olarak devamı artık imkânsızdı ve ekonomideki çöküşün siyasete de yansıması kaçınılmazdı. Bu durum sanılanın aksine Amerikalıları sevindirmekten çok endişelendirdi. Çünkü ‘şeytani bir güç’ olarak Sovyetler’in varlığı Amerika’nın dünya liderliğinin siyasi teminatıydı. Kapitalist-Komünist rekabeti sert bir şekilde sürdüğü sürece ABD Batı’nın sorgulanamayacak lideriydi. İşte bu kaygılardan hareketle Washington Ronald Reagan döneminde tarihinde görülmedik bir şekilde Sovyetler Birliği’ne karşı bir kampanya başlattı. Sovyetler ‘şeytan imparatorluğu’ ilan edildi ve Moskova olduğundan daha güçlü gösterildi. Böylece Amerika’nın siyasi ve moral üstünlüğü iyi-kötü savaşında iyi olarak tazelenmiş oldu. Sovyetler Birliği’nin 1991’de çöküşü ve 1980’lerin sonunda ABD ile her türlü anlaşmaya hazır hale gelişi tüm dünyaya Moskova’nın aslında nasıl içi boş bir güç haline geldiğini gösterdi. Fakat Soğuk Savaş’ı daha fazla uzatamayan ABD için bir dönem de bitmiş oldu. İyi ile kötü’nün savaşı iyi’nin, yani ABD’nin kazanmasıyla bitmiş olsa da bu bitiş aynı zamanda ABD liderliğinin siyasi gerekçelerinin de büyük oranda sona erişiydi. Garip bir tesadüf ‘komünizm şeytanı’ ölürken Washington’ın güçlü akıl hocalarından Samuel Huntington ‘yeni şeytan’ın İslam dünyası olduğunu ilan etti. Huntington 2008’de öldü, ancak attığı tohumlar yeni yeni boy veriyor. Özellikle 11 Eylül’den sonra Medeniyetler Savaşı bir kuram olmaktan çıktı ve pek çok Amerikalının gözünde temel bir gerçek halini aldı. Böylece ABD’den Hollanda’ya kadar İslam düşmanlığı ‘Batı’nın yeni kötüsü’ oluverdi. Elbette bu ‘yeni kötü’ karşısında da kurtarıcı ABD olacak.

***

Müslümanlardan yeni bir şeytan yaratma sürecinde en elverişli figürler ise şüphesiz El Kaide ve İran. Üsame Bin Ladin’in bir elinde silah, saçı sakalına karışmış ‘karanlık yüzü’ Batı’da herkesi korkutmaya yetiyor. Aynı şekilde İran da benzeri bir rolü oynuyor. Sarıklı, cüppeli ve sakallı İranlılar Batı’ya ve İsrail’e her tehdit savurduklarında Batı’daki İslam imajı tamamlanmış oluyor.

***

ABD her geçen gün İran’ı her türlü kötülüğün sembolü olarak yansıtıyor. Buna göre İran tüm Avrupa’yı vurabilecek uzun menzilli füzelere sahip ve bunların ucuna takacağı nükleer silahı da geliştirmek üzere. Bu haberlere İran’da yaşanan insan hakları ihlalleri ve Batı-İsrail düşmanlığı da ekleniyor. Washington’a göre Hamas’ı, Hizbullah’ı ve daha pek çok örgütü İran ayakta tutuyor. Bu haberlerin tamamında İran olduğundan bir hayli büyük gösteriliyor, tam anlamıyla ‘şeytanlaştırılıyor’. Bunun ABD’ye 3 önemli faydası var: 1) İlk olarak bu haliyle İran, ABD’nin Ortadoğu’daki varlığını meşrulaştırıyor. Özellikle Arapları ‘İran öcüsü’ ile korkutan Amerika bu sayede bölgede üsler kuruyor, Körfez ülkelerini on milyarlarca dolarlık projelerle silahlandırıyor. Daha da önemlisi İran tehdidi nedeniyle birlikte hareket edemeyen bölge devletleri Batı’nın bölgeye müdahalelerine zemin hazırlıyorlar, 2) İran tehdidinin olduğundan büyük gösterilmesinin ABD’ye ikinci katkısı “ya benimle olun, ya da İran’la” zorlamasıyla İslam dünyasını tek-tipleştirmesidir. Hedef, bu coğrafyada oluşan kutuplaşmalar üzerinden Batı yanlısı Müslüman devletlerin artmasını temin etmek, 3) Son hedef ise çok daha küresel: İran ve El Kaide ABD’ye hemen hemen her bölgeye müdahale gerekçesi sunuyor. Irak ve Afganistan’a bu sayede girildi. Şimdilerde Pakistan’a bu yol kullanılarak giriliyor. Yarın hangi ülke(ler)in sırada olduğu belli değil. El Kaide ve İran ayrıca ABD’ye Soğuk Savaş sonrasında en çok ihtiyaç duyduğu Batı’nın moral liderliğini de yeniden bahşediyor. Kısacası İran ve El Kaide kadar Amerika siyasetine katkı sağlayabilen ikinci bir aktör yok gibi. Batılı başkentleri nükleer füzelerle vurmaya hazırlanan İran imajı ve dinci teröristler ABD’yi eski günlerine döndürüyor. Örneğin Avrupa topraklarında 200’den fazla nükleer bombası bulunan ABD’nin, sanki bunlar yetmezmiş gibi bir de füze kalkanı projesini kıtaya taşıması daha çok ‘İran tehdidi’ sayesinde mümkün olabildi.

***

Kısacası İran tehlikesi büyüdükçe ABD tarafından kurtarılacakların sayısı artıyor. Fakat ilginç olan İran’ın şeytanlaştırılmaktan hiç de rahatsız olmaması. Tıpkı Sovyetler gibi, İran rejimi de ABD ve İsrail eliyle abartılmaktan oldukça mutlu. ABD’nin kendisini suçladığı günlerde o füze gösterisi yapmayı, ya da uzaya da çıkacaklarını söylemeyi tercih ediyor. Yani ABD, İran’ı dünyaya nasıl göstermek istiyorsa Tahran bundan hoşlanıyor ve algıyı daha güçlü hale getirmek için elinden geleni yapıyor. Çünkü bu sayede İran’daki rejim kendisini yenileme fırsatını buluyor. Böylece bir yandan İran’ın içi boşalırken, rejim Batı’nın abartmalarıyla şiştikçe şişiyor ve Amerika için eşi bulunmaz gerekçeler sunmaya devam ediyor. Tıpkı İran gibi El Kaide de Batı’nın düşmanlaştırma sürecinden mutlu. El Kaide ve İran bu konuda kendilerinden ne bekleniyorsa hepsini seve seve yapıyorlar.

Bu dengeler içinde iki arada bir derede kalacaklar listesinin başında şüphesiz NATO üyesi ve İran’ın komşusu Türkiye geliyor. Türkiye’nin işi zor, çünkü bu oyunda ne Batı’ya güvenmek mümkün, ne de İran’a.